Makale


Evrenselcilik Üniformizm Değildir: Avrupa Birliği Hukukuna Türk, Cermen ve İskandinav Örf Hukuku Perspektiflerinden Çoğulcu Bir Eleştiri 

(Orjinal İngilizce Makale DOI ve Atıf şekli için tıklayınız: https://papers.ssrn.com/sol3/papers.cfm?abstract_id=5386192
 
Evrenselcilik Üniformizm Değildir: Avrupa Birliği Hukukuna Türk, Cermen ve İskandinav Örf Hukuku Perspektiflerinden Çoğulcu Bir Eleştiri 

Adem Bilgin 
(İstanbul Topkapı Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü, ORCID ID: 0000-0001-5016-6576) 

 
Özet 
Bu makale, Avrupa Birliği’nin normatif çerçevesini üç farklı örfî gelenek merceğinden incelemektedir: Türk Töresi, Cermen kabile hukuku ve İskandinav Althing ilkeleri. AB, insan hakları, demokratik yönetişim ve hukuk devleti temellerinde evrenselci bir dayanağa sahip olduğunu iddia etse de, yasama uyumlaştırma süreçleri çoğunlukla fiilî bir üniformist düzen ortaya çıkarmaktadır. Bu gerilim, kültürel ve bilimsel açıdan insan çeşitliliğinin ontolojik ve epistemik gerçekliğini tanıyan bir ontoepistemolojik çerçevede ele alınmaktadır. Hukuk antropolojisi, siyaset teorisi ve karşılaştırmalı tarihsel analizden yararlanarak, çalışma, çeşitliliği korumak yerine standardize eden ve böylece yerel hukuki kimlikleri ve kültürel özerkliği aşındırma potansiyeli taşıyan AB direktif ve tüzüklerini eleştirmektedir. Makale, evrensel ilkeleri korurken çeşitliliği muhafaza eden “çoğulcu örf hukuku modeli” önermekte ve gerçek evrenselciliğin, tek bir normatif kalıbı dayatmak yerine, insan toplumsal düzenlerinin çokluğunu kapsaması gerektiğini savunmaktadır. 

Anahtar Kelimeler: Evrenselcilik, Üniformizm, Avrupa Birliği, Ontoepistemoloji, Hukuki Çoğulculuk, Örf Hukuku 

 

1. Giriş 
Avrupa Birliği (AB), kendisini, özellikle Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı ve çeşitli kurucu antlaşmalarda yer alan evrensel değerlere dayalı siyasi ve hukuki bir varlık olarak sunar. Ancak bu değerlerin uygulanışı, sıklıkla, yerel hukuki gelenekleri marjinalleştiren veya bastıran üniformist yasama sonuçları doğurur. Evrenselcilik ile üniformizm arasındaki ayrım yalnızca semantik değil; ontolojik ve epistemolojiktir. Evrenselcilik, paylaşılan bir normatif çerçeve içinde çeşitliliği kabul eder ve ona saygı duyar; üniformizm ise idari ve hukuki standardizasyon uğruna çeşitliliği ortadan kaldırır. 

Bu makale, şu temel soruya yanıt aramaktadır: AB, evrenselci idealleri ile Avrupa’nın zengin hukuki ve kültürel çeşitliliğini koruma hedefini nasıl uzlaştırabilir? Türk Töresi, Cermen kabile hukuku ve İskandinav örf hukuku çerçeveleri kullanılarak, bu geleneklerin, AB’nin yasama süreçlerinin çoğuna sinmiş üniformizmden temelden farklı evrenselcilik biçimlerini nasıl somutlaştırdığı incelenmektedir. Analiz, Avrupa entegrasyonu için çoğulcu bir örf hukuku yaklaşımı önermek üzere siyaset felsefesi, antropoloji ve hukuk biliminden yararlanır. 

2. Evrenselcilik ve Üniformizm: Kavramsal ve Felsefi Ayrımlar 

Evrenselcilik ve üniformizm terimleri politika söyleminde sıklıkla birbirine karıştırılır; oysa temelde farklı felsefi yönelimleri ifade ederler. Evrenselcilik, tüm insanlara uygulanabilir ortak ahlaki, hukuki ve siyasi ilkelerin tanınmasına, aynı zamanda kültürel, tarihsel ve bağlamsal farklılıkların ifade edilmesine izin verir (Nussbaum, 1997; Sen, 2004). Bu yaklaşım, çeşitliliğin birliğe aykırı değil, tersine onun kurucu unsuru olduğunu varsayar. 

Buna karşılık, üniformizm eşitlik veya verimlilik adına homojenlik dayatır; toplumsal örgütlenme biçimlerindeki, değer sistemlerindeki ve tarihsel deneyimlerdeki yerel farklılıkları göz ardı eden katı standartlar uygular (Barry, 2001). Ontoepistemolojik açıdan bakıldığında, bu karışıklık sorunludur; zira insan toplulukları, tıpkı biyolojik ekosistemler gibi, dayanıklılık, uyum sağlama ve yaratıcı evrim için çeşitliliğe ihtiyaç duyar (Berkes, Colding & Folke, 2003). Üniformizm, hukukun ve yönetişimin bağlama bağlı olarak, farklı toplulukların yaşanmış deneyimlerinden doğduğu gerçeğini görmezden gelir. 

Hukuk antropolojisinde evrenselcilik, çoğul hukuk düzenlerinin kendi normatif kimliklerini silmeden ulaşabileceği normatif bir ufuk — lex universalis — olarak anlaşılır (Merry, 1988). Buna karşılık, üniformizm yerel hukuk sistemlerini baskın bir şablona uyarlayan merkezileştirici bir güç olarak işler. Avrupa Birliği’nde direktiflerin ve tüzüklerin uyumlaştırılması, sıklıkla bu iki kavram arasındaki çizgiyi bulanıklaştırır; standardizasyonu evrenselliğin ön koşulu olarak sunar. Bu yasama eğilimi, evrenselciliği Avrupa’nın örfî hukuk mirasının zenginliğini zayıflatan tek tip bir hukuk kültürüne dönüştürme riski taşır. 

Bu ayrım yalnızca akademik bir mesele değildir; çeşitliliğin yönetimi açısından maddi sonuçlar doğurur. Siyaset teorisinde, Aristoteles’ten Isaiah Berlin’e kadar pek çok düşünür, iyi yaşamın birden fazla meşru biçimi olabileceğini savunmuştur (Berlin, 1998). Benzer şekilde hukuk felsefesinde, hukuki çoğulculuğun korunması, demokratik meşruiyet ve kültürel sürdürülebilirlik için vazgeçilmez görülür (Griffiths, 1986). Türk Töresi, Cermen kabile hukuku ve İskandinav lag gibi geleneklerde evrenselcilik, silme yoluyla değil, farklı normatif düzenlerin müzakere edilmiş birlikte varlığı yoluyla gerçekleştirilir. 

3. Örf Hukukunun Üç Yüzü: Avrupa İdealizmine Karşı Türk, Cermen ve İskandinav Gelenekleri 

Türk Töresi, Cermen kabile hukuku ve İskandinav lag’ın hukuki ve ahlaki düzenleri, Avrupa Aydınlanması’ndan çok önce ortaya çıkmış ve Rönesans’ta geliştirilen, Alman İdealizmi’nde kristalize olan soyut, rasyonalist düzen anlayışlarına keskin bir tezat oluşturmuştur. Bu yerli hukuk çerçeveleri, soyut aklın gerçekliğe yukarıdan dayatılmasıyla değil; yaşanmış deneyimlere, kolektif hafızaya ve toprağın ritimlerine dayalı olarak kök salmıştır. 

3.1 Türk Töresi 
Türk Töresi, hukuk, etik ve kozmolojinin iç içe geçtiği bütüncül bir normatif sistemdir. Meşruiyeti (kut), yönetici ile topluluk arasındaki karşılıklı ilişkiye dayandırır ve yöneticiyi, yönetilenlerle aynı ahlaki yükümlülükler altına sokar. Kant’ın soyut, akıl temelli yasa ile evrensellik arayan kategorik buyruğunun aksine (Kant, 1785/1993) Töre’nin evrenselliği somut ve durumsaldır: topluluk normları, ekolojik gerçeklikler ve manevi ilkeler arasındaki sürekli diyalogdan doğar. Kantçı ahlak yasası, tüm akıl sahibi varlıkların bağlamdan bağımsız olarak aynı ilkelere göre hareket etmesini talep eder; Töre ise ilkelerin, her topluluğun yaşanmış gerçekliğinin toprağından filizlenmesi gerektiğini savunur. Bu anlamda Kant’ın soyutlaması, ahlaki üniformizme dönüşme riski taşırken; Töre, ortak bir etik kubbe altında ahlaki çoğulluğu korur. 

3.2 Cermen Kabile Hukuku 
Hristiyanlık öncesi Cermen hukuku, Lex Salica ve Thing’in gelenekleri gibi kaynaklarda kaydedildiği üzere (Wormald, 1999), uzlaşıya, sözlü geleneğe ve yerel özerkliğe yüksek değer veren bir yapıdaydı. Adalet, kişisel olmayan bürokratik bir süreç değil, dengeyi yeniden tesis eden topluluk eylemiydi. Rönesans hümanizmi, bu gelenekleri sıklıkla Roma hukuku kodifikasyonu prizmasından yeniden yorumladı; akışkan, katılımcı yapıyı katı yasalara indirgedi. Daha sonra Alman İdealizmi — özellikle Fichte ve Hegel’in felsefeleri — yerel özerkliği “akıl devleti” (Vernunftstaat) fikrine tabi kıldı. Bu entelektüel çizgi, tek ve hiyerarşik bir rasyonel düzeni varsayan hukuki evrensellik anlayışında doruğa ulaştı ki, bu da AB’nin uyumlaştırma gündemini şekillendiren merkezileştirici ethosun ta kendisidir. 

3.3 İskandinav Lag’ı 
İskandinav lag, İzlanda Althing’i ve diğer meclislerde korunduğu şekliyle, Cermen hukukunun kolektif karar alma ilkesini paylaşır ancak yerel çeşitliliğe saygı ve dağınık güç ahlakı gibi belirgin bir unsuru da ekler (Miller, 2010). Lag sistemi, “üniformitesiz birlik” ilkesinin yaşayan bir örneğiydi; bölgesel hukukların ve geleneklerin ortak bir hukuki kültür altında birlikte var olmasına izin veriyordu. Buna keskin bir tezat olarak, Machiavelli’den sonraki ütopyacı idealistlere kadar Rönesans siyaset teorisi, siyasal toplulukları önceden tasarlanmış “iyi devlet” modellerine göre biçimlendirmeye çalıştı. Bu Rönesans idealizmi, örfî hukukun öngörülemez, yinelemeli doğasına derin bir güvensizlik duymakta, bunun yerine kolayca başka yere taşınabilecek kodifiye edilmiş sistemlerin kesinliğini tercih etmekteydi — bu da AB’nin, organik olarak evrilmiş normlar yerine standartlaştırılmış hukuki şablonları tercih etmesini önceden haber verir nitelikteydi. 

Kant, Alman İdealizmi ve Rönesans İdealizmi Eleştirisi 
Tüm ahlaki iddiasına rağmen Kantçı etik, ahlaki yaşamın zengin çoğulluğunu evrensel ilkelerin biçimciliğine indirger. Alman İdealizmi bu eğilimi siyasete taşır; akıl devletinin özgürlüğün nihai tezahürü olduğunu öne sürerek, yerel hukuki ve kültürel çeşitliliğin merkezî evrensel hukuk altında eritilmesini meşrulaştırır. Rönesans idealizmi, dışarıdan insan onurunu yüceltiyor görünse de, tüm toplumları tek bir standarda göre ölçen Avrupamerkezci bir “medeniyet” şablonu dayatmış, yerli hukuk bilgeliğini silmiştir. 

Ontoepistemolojik açıdan bakıldığında, bu gelenekler aynı epistemik kusuru paylaşır: Evrensel ilkeleri arayış ile tek biçimli formları dayatmayı birbirine karıştırırlar. Böylece antropoloji, tarih ve ekoloji alanlarında gözlemlenebilen şu olguyu reddederler: çeşitlilik, birliğe engel değil, onun gelişmesinin önkoşuludur. AB’nin mevcut yasama kültürü bu felsefi mirası devralmış, Töre, Thing ve lag’ın tarih boyunca direndiği üniformizmi yeniden üretmektedir. 

4. AB’nin Normatif Mimarisi ve Üniformist Yönelim: Erasmus’tan Lizbon Antlaşması’na 

Avrupa Birliği’nin hukuki çerçevesi, üye devletlerin siyasi, ekonomik ve sosyal düzenlerini “uyumlaştırmak” amacıyla hazırlanmış antlaşmalar, tüzükler ve direktiflerden oluşan yoğun bir ağ üzerine inşa edilmiştir. Roma Antlaşması (1957), Maastricht Antlaşması (1992) ve Lizbon Antlaşması (2007) gibi temel belgeler, “çeşitlilik içinde birlik” ilkesine açıkça bağlılık beyan eder. Ancak uygulamada, AB’nin yasama mekanizmaları birlik kavramını işlevsel aynılık olarak yorumlama eğilimindedir. Uyumlaştırma söylemi, daha derin bir yapısal mantığı gizler: Direktifler ve tüzükler, amaç bakımından bağlayıcı oldukları gibi, giderek artan biçimde yöntem bakımından da bağlayıcı hâle gelmekte; üye devletlerin kendi hukuki geleneklerini bozmadan entegre etme imkânlarını asgariye indirmektedir (Weatherill, 2016). 

Hukuk–antropoloji açısından bakıldığında, bu durum yalnızca usulî bir verimlilik değildir; farklılığı düzleştirerek ahlaki ve siyasi düzen sağlamayı amaçlayan Avrupa düşüncesinde yüzyıllardır süren bir eğilimin doruk noktasıdır. AB hukukundaki üniformist yönelim, bürokratik bir tesadüf değil; Rönesans hümanizmi ve Aydınlanma akılcılığının mirası, modern Avrupa devlet inşasının merkezileştirici eğilimleri süzgecinden geçirilmiş hâlidir. 

Erasmus ve Üniformizmin Hümanist Kökleri 
Desiderius Erasmus (1466–1536), sıklıkla, akıl, Hristiyan etiği ve entelektüel söylemle birleşmiş bir Avrupa’yı savunan kozmopolit hümanizmin simgesi olarak yüceltilir. Philosophia Christi adlı eserinde, tüm insanlığın tek bir ahlaki–entelektüel çerçeveyle yönlendirilebileceğini öne sürmüştür. Bu vizyon sözde kapsayıcı olsa da, en yüksek ahlaki yaşam biçiminin hâlihazırda bilindiğini ve kültürler arasında kayıp veya bozulma olmadan rasyonel şekilde aktarılabileceğini varsaymıştır (Tracy, 1996). Bu varsayım, hem Kantçı etik hem de AB entegrasyonunun merkezinde yer alan şu inancı önceden haber verir: Evrensel ilkeler, tek tip bir kurumsal düzen aracılığıyla somutlaştırılmalıdır. 

Erasmus’un “mektuplar cumhuriyeti” çağrısı, geriye dönük olarak bakıldığında, ulus-üstü yönetişim için erken bir entelektüel şablon olarak okunabilir: ortak normlar ve söylemlerle bağlı, bu normları başkaları için tanımlama yetkisine sahip ulus-aşırı bir elit. Mezhepçilik ve savaşı reddetmesi açısından takdire şayan olsa da, hümanizmi yerel geleneklerin hümanist akılcılığa indirgenemeyecek ve onunla ölçülemeyecek bilgelik biçimlerine sahip olabileceği ihtimalini göz ardı etmiştir. Bu şekilde Erasmus, hem Aydınlanma evrenselciliğinin hem de modern Avrupa hukuki üniformizminin filizleneceği entelektüel zemine farkında olmadan katkıda bulunmuştur. 

AB’de Üniformizmin Hukuki Mekanizmaları 
AB’nin acquis communautaire’i — yani AB hukukunun kümülatif gövdesi — Erasmus’unkine benzer bir varsayım üzerinde işler: Kültürel ve tarihsel açıdan çeşitli bir kıtaya tek bir normatif çerçeve hükmetmeli ve hükmedebilir. Rekabet hukuku, çevre düzenlemeleri ve tüketici koruması gibi alanlardaki uyumlaştırma tedbirleri, genellikle asgari standartlar olarak sunulur; ancak pratikte, standart kalıba uymayan yerel hukuk geleneklerini geçersiz kılan azami sınırlamalar işlevi görür (Craig & de Búrca, 2020). 

Üstelik Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD), AB hukukunun ulusal hukuk üzerindeki üstünlüğünü defalarca teyit etmiş, bunu yalnızca kapsam açısından değil, yorum yetkisi bakımından da vurgulamıştır. Bu yargısal yaklaşım, Türk Töresi, Cermen Thing ve İskandinav lag gibi geleneklerde bulunan çoğulcu ethosu daha da gölgede bırakır. Bu örfî sistemlerde otorite dağınıktır, meşruiyet topluluktan yukarıya doğru akar ve hukuk bağlama göre uyarlanabilir. AB modelinde ise otorite merkezileşmiş, meşruiyet yukarıdan aşağıya inmekte, uyarlanabilirlik ise kodifiye edilmiş üniform normlarla sınırlandırılmaktadır. 

Erasmus’tan Lizbon’a: Üniformist Dürtünün Sürekliliği 
Erasmus’un Rönesans hümanizmi, Kant’ın Aydınlanma evrenselciliği ve Hegel’in akıl devleti kavramı, AB’nin Lizbon Antlaşması’nda birleşir. Antlaşma, kültürel çeşitliliğe saygı taahhüdünde bulunsa da, operasyonel maddeleri Birliğe, geleneksel olarak ulusal hatta yerel yönetime ait alanlarda yasama yetkisi verir. Bu durum bir paradoks yaratır: AB, evrenselcilik iddiasında bulunurken üniformizm pratiği yapmakta, Avrupa’nın hukuki kültürlerinin yaşanmış çeşitliliğini merkezi bir şablonun uyumlu varyasyonlarına indirgemektedir. 

Dolayısıyla mesele, yalnızca “ulusal egemenliği” “Avrupa entegrasyonuna” karşı savunmak değil; çeşitliliğin ontoepistemolojik gerçekliğine saygı duyan bir entegrasyon modeli ortaya koymaktır. Böyle bir model, Türk, Cermen ve İskandinav örf hukuklarında yerleşik çoğulcu ilkelere dayanır ve bu ilkeler ciddiyetle dikkate alınırsa, AB’yi üniformist bir yapıdan gerçekten evrenselci bir projeye dönüştürebilir. 

5. İnsan Hakları, Kültürel Haklar ve Örf Hukuku Meydan Okuması 

Avrupa Birliği’nin insan hakları çerçevesi, Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı (2000) ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (1950) ile uyumlu olacak şekilde tasarlanmış olup, Birliğin ahlaki meşruiyetinin temel taşlarından biri olarak sunulur. Bu belgeler, yaşam hakkı, ifade özgürlüğü ve yasa önünde eşitlik gibi hayati güvenceleri güvence altına alırken, aynı zamanda bir gerilim barındırır: bireysel hakların korunması, çoğu zaman kolektif kültürel hakların göz ardı edilmesi pahasına önceliklendirilir. 

Örf hukuku perspektifinden bakıldığında bu dengesizlik derindir. Türk Töresi, Cermen Thing ve İskandinav lag’ın her biri, hakların; topluluk yükümlülükleri, kültürel pratikler ve ekolojik bağlamlardan oluşan bir ağ içinde yer aldığını kabul eder. Bu sistemlerde, bireyin onuru yalnızca kişisel özgürlüklerle değil, aynı zamanda bu özgürlüklere anlam kazandıran kolektif yapıların — dilsel, ritüel, ahlaki — korunmasıyla güvence altına alınır. AB’nin hak rejimi ise, bu kolektif çerçevelerden bağımsız, soyut bir şekilde bireysel hakları evrenselleştirme eğilimindedir ve bu da ince fakat etkili bir kültürel bağsızlaştırma biçimini teşvik eder (Kymlicka, 1995). 

Şart’ın Üniformist Önyargısı 
Temel Haklar Şartı’nda eşitlik (Madde 20–26) ve ayrımcılık yasağı (Madde 21) ile ilgili maddeler, adaletin ölçütü olarak aynılığı varsayacak şekilde kaleme alınmıştır. Yasa önünde eşitlik ilkesi hayati önem taşırken, üniformist bir mercekten yorumlanır: farklılık, yalnızca idari olarak standartlaştırılabildiği ölçüde tolere edilir. Bu yaklaşım, evrenselciliği kültürel özgüllüğün silinmesi ile karıştırma riski taşır. Antropolojik hukuk bilimi bize hatırlatır ki, eşitlik ve aynılık eş anlamlı değildir; hukuk sistemleri, temel insan onurunu koruyan evrensel güvenceleri muhafaza ederken farklı kültürel normları da tanıyabilir (Merry, 1988). 

Töre, Thing ve Lag’ın Çoğulcu Düzeltmeleri 

Bu sistemler, gerçekten evrenselci bir insan hakları çerçevesinin, hukuki ve ahlaki düzenlerin meşru çeşitliliğini kapsaması gerektiğini gösterir. 

Ontoepistemolojik Boşluk 
AB’nin insan hakları mimarisi, hakların tüm bağlamlarda özdeş biçimde uygulanabilir, kodifiye edilmiş normlar aracılığıyla tam olarak ifade edilebileceği varsayımı üzerine kuruludur. Bu varsayım, insan varoluşunun; yaşam biçimleri, kültürel pratikler ve bilişsel çerçevelerdeki çeşitlilik tarafından şekillendirildiği ontoepistemolojik gerçeği göz ardı eder. Hukuki homojenlik yalnızca yönetişimi “düzenlemekle” kalmaz; yerel bilgi sistemlerini merkezi, soyutlanmış bir adalet modeli lehine yerinden ederek bir toplumun epistemik ekolojisini değiştirir. 

AB’de Hukuki Çoğulculuk İçin Sonuçlar 
AB üye devletlerinde bölgesel hukuk geleneklerinin — örneğin İrlanda’daki common law, Fransa’daki civil law veya İskandinavya’daki Sami hukuki gelenekleri — hâlen varlığını sürdürmesi, ortak bir hukuki alan içinde çoğulculuğun mümkün olduğunu gösterir. Ne var ki AB hukuku, bu çeşitlilikleri geçici bir anomali olarak görme eğilimindedir; oysa Töre, Thing ve lag’ın derin tarihleri, çeşitliliği uyumlaştırılması gereken bir sorun değil, siyasal meşruiyetin temeli olarak değerlendirir. 

AB, gerçek evrenselcilik iddiasını gerçekleştirmek istiyorsa, hak korumasını üniform kodifikasyonla eşitleyen mevcut paradigmanın ötesine geçmelidir. Bunun yerine, insan haklarını halklarının yaşayan hukuki kültürlerine yerleştiren çoğulcu bir anayasal ethos benimsemeli; evrenselliğin, farklılıkları silerek değil, ortak bir ahlaki düzen içinde onların birlikte varlığını güvence altına alarak gerçekleştiğini kabul etmelidir. 

6. Göç, Vatandaşlık ve Örfî Çoğulculuk 

Avrupa Birliği’nde göç ve vatandaşlık politikaları; Avrupa Birliği’nin İşleyişine Dair Antlaşma (ABİDA) gibi birincil hukuk belgeleri ile AB Vatandaşlık Direktifi (2004/38/EC) ve Ortak Avrupa İltica Sistemi (CEAS) gibi ikincil mevzuatın karmaşık etkileşimiyle şekillenir. Bu çerçeveler, hareketliliği kolaylaştırma, hakları güvence altına alma ve yeni gelenleri Avrupa projesine entegre etme mekanizmaları olarak sunulur. Ancak bunların işleyiş mantığı, AB hukukunun diğer alanlarında görülen aynı üniformist önyargıyı taşır: Göçmenler ve yeni vatandaşlar, büyük ölçüde Rönesans sonrası ve Aydınlanma’dan türeyen birey, devlet ve toplum anlayışlarıyla tanımlanmış standartlaştırılmış bir “Avrupa değerleri” anlayışına uyum sağlamak zorundadır. 

Entegrasyonda Üniformizm 
Üye devletler arasında biçimsel olarak farklılık gösterse de, entegrasyon politikaları AB düzeyindeki direktifler çerçevesinde yapılandırılmıştır ve bunlar hukuka uyum, dilsel asimilasyon ve tek bir normatif şablona dayalı yurttaşlık eğitimi üzerinde yoğunlaşır. AB’de Göçmen Entegrasyonu Politikasına İlişkin Ortak Temel İlkeler (2004) çeşitliliği bir güç olarak tarif eder; ancak bunu, farklılıkların kamu düzeni ve toplumsal uyumun standartlaştırılmış anlayışını bozmadığı sürece kabul edilebileceği bir homojenleştirme süreciyle hayata geçirir. Bu yaklaşım, “çeşitlilik içinde birlik” ilkesini fiilen “uyum yoluyla birlik” olarak yeniden yorumlar. 

Katılım Üzerine Örfî Perspektifler 

Bu yaklaşımlar, üyeliği tam kültürel soğurma ile eşitlemeyi reddeder; aksine aidiyeti, tek taraflı uyum değil, karşılıklı tanıma ilişkisi olarak tanımlar. 

Vatandaşlıkta Üniformizm Sorunu 
Maastricht Antlaşması (1992) ile tesis edilen AB vatandaşlığı, ulusal vatandaşlığı ikame etmekten çok onu tamamlamayı amaçlamıştır. Ancak uygulamada, hukuki ve sembolik yapısı, çeşitli ulusal yurttaşlık kimliklerini “AB vatandaşı” başlığı altında toplamaya ve bunu tek tip bir yurttaşlık erdemi modeline göre yorumlamaya meyillidir. ABAD, vatandaşlık haklarını geniş yorumlasa da, bunu sabit ve paylaşılan bir Avrupa normları setini varsayarak yapar. Bu model, yurttaşlık kimliğinin tıpkı hukuki kültür gibi bağlamsal ve tarihsel olarak temellendiği ontoepistemolojik gerçeklikle kavramsal olarak uyumsuzdur. 

Göç: Gerçek Evrenselcilik İçin Bir Test 
Çoğulcu bir bakış açısından, göç politikası, bir siyasal birimin evrenselciliğinin gerçek mi yoksa retorik mi olduğunun turnusol testidir. Töre, Thing ve lag’da görüldüğü gibi gerçek evrenselcilik, yeni gelenlerin kendi özgün geleneklerini silmeden topluluğun hukuki ve ahlaki yaşamına katılmasına izin verir. Buna karşın AB entegrasyon politikası, sıklıkla uygarlık temelli bir filtre işlevi görür; üniformist yurttaşlık şablonuna sorunsuz biçimde uyum sağlayabilecek göçmenleri tercih eder. Bu durum yalnızca tam olarak dahil edilebilecek kültürel çeşitliliğin kapsamını daraltmakla kalmaz; aynı zamanda ev sahibi toplulukların karşılıklı uyum potansiyelini azaltarak onları da kültürel açıdan fakirleştirir. 

Çoğulcu Bir AB Vatandaşlığı Modeline Doğru 
Yeniden tasarlanacak bir AB vatandaşlığı, örf hukuku geleneklerinden yararlanarak çok katmanlı bir üyelik modeli oluşturabilir: Bu modelde AB vatandaşlarının hukuki yükümlülükleri korunurken, farklı kültürel ve hukuki pratiklerin tamamen terk edilmesi şart koşulmaz. Böyle bir yaklaşım, “entegrasyon” kavramını tek yönlü asimilasyon yerine karşılıklı uyum olarak yeniden kavramsallaştırarak bireysel haklar, toplumsal bütünlük ve kültürel çeşitlilik arasında dengeyi yeniden kurar. 

7. Ekonomi, Piyasa Hukuku ve Örfî Adalet 

Avrupa Birliği’nin ekonomik yönetişimi, Tek Pazar, rekabet hukuku ve devlet yardımı düzenlemeleri sütunları üzerine oturur. Bunlar, Avrupa Birliği’nin İşleyişine Dair Antlaşma’da (ABİDA) — özellikle 101–109. maddelerde — yer alır ve kapsamlı ikincil mevzuat ile ABAD içtihatlarıyla daha da somutlaştırılır. İddia edilen amaç, piyasa bozulmalarını önleyerek üye devletler arasında “eşit şartlar” sağlamaktır. Bu hedef evrensel olarak adil görünse de, düzenleyici tasarım sıklıkla yerel ekonomik geleneklerin ve sosyo-etik piyasa yapıların korunmasından çok ekonomik üniformizmi öncelemektedir. 

Ekonomik Üniformizm Paradigması 
AB rekabet hukuku, tüm ekonomik aktörleri, sosyo-kültürel bağlamlarından bağımsız, sürtünmesiz bir piyasanın birbirinin yerine geçebilir birimleri olarak görür (Granovetter, 1985). Devlet yardımlarına getirilen yasaklar — özellikle yerel sanayileri, kooperatifleri veya geleneksel zanaatları destekleyenler — yerel kimliğin ayrılmaz parçası olan ekonomik modelleri zayıflatabilir. Buradaki varsayım, ekonomik verimlilik ve tüketici refahının ancak tüm üye devletlerin tek tip, piyasa odaklı bir düzenleyici şablona uymasıyla en üst düzeye çıkabileceğidir. 

Örfî Ekonomi: Töre, Thing ve Lag 

Bu gelenekler, verimlilik ile ahlaki ve ekolojik sorumluluğu harmanlayan çoğulcu bir ekonomik rasyonaliteyi örnekler; bu değerler ise AB’nin üniformist ekonomik çerçevesinde marjinalleşmektedir. 

Devlet Yardımı Tartışması 
ABİDA’nın 107. maddesinde yer alan çoğu devlet yardımı yasağı, ekonomik üniformizmin tipik bir örneğidir. Çevre koruma veya az gelişmiş bölgeler için yardımlar gibi istisnalar vardır, ancak bunlar dar tanımlanmış ve usul açısından zahmetlidir. Bu yaklaşım, ekonomik gelenekleri gömülü ekonomilere dayanan üye devletleri dezavantajlı duruma düşürür (Polanyi, 1944). Bu tür ekonomilerde devlet desteği, yapay bir bozulma değil, ekonomik yaşamın kurucu bir unsurudur. Örneğin, İskandinavya veya Anadolu’nun kırsal bölgelerinde küçük ölçekli üreticilere sağlanan kamu desteği yalnızca geçim kaynaklarını değil, topluluğun kültürel dokusunu da korur. 

Ekonomik Üniformizmin Ontoepistemolojik Kusuru 
Ontoepistemolojik açıdan AB’nin ekonomik yönetişimi, piyasaların soyut, yersiz-yurtsuz sistemler olduğu varsayımına dayanır. Oysa piyasalar, tarih, coğrafya ve ahlaki düzenlerle gömülü sosyo-ekolojik sistemlerdir. Üniform piyasa düzenlemesi, bu gömülülüğü silerek hem Türk hem de Kuzey Avrupa topluluklarının tarihsel deneyimine yabancı bir “yersiz” ekonomik rasyonalitenin dayatılması anlamına gelir. 

Örfî–Çoğulcu Bir Ekonomik Modele Doğru 
Çoğulcu bir AB ekonomik politikası, Tek Pazar’ın temel serbestilerini korurken üye devletlerin kültürel kimliklerinin ve ekolojik sürdürülebilirliğinin ayrılmaz parçası olan ekonomik uygulamaları korumasına ve teşvik etmesine imkân tanıyan örfî ekonomi maddeleri içermelidir. Böyle bir modelde “piyasa bozulması” ölçütü, soyut rekabet göstergelerinden, toplumsal refah, kültürel süreklilik ve ekolojik denge üzerindeki somut etkilere kaydırılmalıdır. 

8. Eğitim, Dil ve Kültür Politikası: Çoğulculuk ile Pedagojik Üniformizm Arasında 

Avrupa Birliği’nin eğitim, dil ve kültür politikaları; Bologna Süreci, Erasmus+ programı ve Yaratıcı Avrupa programı gibi girişimler aracılığıyla çerçevelenir. Bu girişimler, hareketliliği, karşılıklı anlayışı ve kültürel ürünlerin dolaşımını teşvik etmeyi amaçlar. Niyet açısından övgüye değer olmakla birlikte, yapısal mantıkları sıklıkla pedagojik ve kültürel üniformizmi yansıtır: Bilgi, dil yeterliliği ve kültürel üretim için standartlaştırılmış bir çerçeveye entegrasyonun doğası gereği faydalı olduğu inancı. 

Bologna Süreci ve Müfredat Yakınsaması 
1999’da başlatılan Bologna Süreci, karşılaştırılabilir diploma yapıları, kredi transfer sistemleri ve kalite güvence mekanizmaları aracılığıyla bir Avrupa Yükseköğretim Alanı (EHEA) yaratmayı hedefler. Resmî olarak kurumsal özerkliğe saygı duysa da, uygulamada tek tip bir müfredat mimarisine doğru yakınsamayı teşvik eder; disiplinleri, metodolojileri ve değerlendirme kriterlerini, dar bir Batı Avrupa akademik geleneğinden türetilen biçimlere önceliklendirir (Keeling, 2006). Bu yakınsama, öğrenmenin toplumsal yaşam, ahlaki eğitim ve yerel ekolojik bilgi ile bağlantılı olduğu Töre, Thing ve lag gibi geleneklere dayalı yerli bilgi sistemlerini ve bölgeye özgü pedagojik yöntemleri marjinalleştirme riski taşır. 

Dil Politikası ve Diller Hiyerarşisi 
AB dil politikası resmen 24 resmî dili tanır ve çok dilliliği teşvik eder. Ancak fonlama öncelikleri ve kurumsal uygulamada işlevsel bir hiyerarşi oluşur: İngilizce, Fransızca ve Almanca; akademik yayıncılık, sınır ötesi iletişim ve kültürel değişim alanlarında baskındır. Bu “yumuşak” üniformizm, İskandinavya’daki Sami dilinden Avrupa’daki çeşitli Türk lehçelerine kadar azınlık ve bölgesel dilleri, yaşayan bilgi araçları olmaktan çıkarıp kültürel mirasın folklorik unsurları konumuna indirger. 

Kültürel Programlar ve Estetik Standartlaşma 
Yaratıcı Avrupa gibi programlar, fon tahsisinde genellikle proje ölçeklenebilirliği ve sınır ötesi pazarlanabilirlik gibi kriterleri esas alır. Bu kriterler, kozmopolit–Avrupamerkezci bir estetiğe uyan kültürel üretimleri avantajlı kılar. Töre, Thing ve lag’ın temelini oluşturan geleneksel zanaatlar, sözlü hikâye anlatıcılığı ve yerel kültürel formlarsa bu standartlara uymakta zorlanır; bunun sonucunda “Avrupa kültürü” tanımında estetik bir homojenleşme meydana gelir. 

Örfî Pedagoji Karşı-Modeli 

Bu modeller, öğrenmeyi yaşamdan koparmaya direnir ve eğitimin kültürel olarak temellenmiş ve ekolojik olarak anlamlı kalmasını sağlar. 

Eğitimde Üniformizmin Ontoepistemolojik Sonuçları 
Ontoepistemolojik bakış açısından AB’nin eğitim ve kültürel yakınsamaya yönelik itici gücü, tıpkı hukuki ve ekonomik politikalarda olduğu gibi, bilginin kayıpsız biçimde evrensel olarak aktarılabileceği varsayımını taşır. Bu varsayım, öğrenmenin belirli yaşam dünyalarına gömülü olduğunu göz ardı eder. Sonuç olarak, epistemik çeşitliliğin daralmasına ve Avrupa’nın daha geniş bilgi ekosisteminin dayanıklılığının azalmasına yol açar. 

Çoğulcu Bir Eğitim ve Kültür Politikası İçin 
Gerçekten çoğulcu bir AB yaklaşımı şunları yapmalıdır: 

Bu tür reformlar Avrupa birliğini zayıflatmaz; aksine, politikayı Avrupa halklarının yaşanmış çeşitliliğiyle uyumlu hâle getirerek güçlendirir. 

9. Bilim, Ekoloji ve Sistem Teorisi: Üniformizmin Dirençsizlik Mimarisi 

Avrupa Birliği'nin bilim politikaları — Horizon Europe, Avrupa Araştırma Konseyi (ERC) hibeleri ve Avrupa Yenilik ve Teknoloji Enstitüsü (EIT) — inovasyon ve sınır ötesi iş birliğini teşvik eder. Ancak fonlama mekanizmaları, sıklıkla “üstün” metodolojileri, epistemolojileri ve çıktı formatlarını tanımlayan tek tip bir çerçeveye dayanır. Bu durum, araştırma konularını, epistemik toplulukları ve hatta bilimsel ontolojileri tek biçimlileştirme riski taşır. 

Ekolojik Bilgelik ve Bilimsel Çeşitlilik 
Ekoloji alanında, çeşitlilik yalnızca istenen bir özellik değil, sistemin dayanıklılığının (resilience) temel koşuludur (Holling, 1973; Folke et al., 2004). Ekosistemler, çok çeşitli türler, nişler ve işlevsel yollar sayesinde bozulmalara karşı direnç gösterir. Sosyal-ekolojik sistem teorisi bu ilkeyi topluluklara, ekonomilere ve bilgi sistemlerine uygular (Berkes & Folke, 1998). Ancak üniformist bilim politikaları, bu çeşitliliği yok ederek, sistemin hem uyum sağlama hem de krizlere yanıt verme kapasitesini zayıflatır. 

Sistem Teorisi ve Bilgi Akışı 
Sistem teorisinde (von Bertalanffy, 1968), kapalı sistemler entropi birikimi ile bozulmaya mahkûmdur. Bilimsel topluluk, açık sistemler gibi, sürekli bilgi, yöntem ve perspektif akışına ihtiyaç duyar. Üniformizm, bilgi üretimini tek bir yöntemsel paradigmaya indirgerse, sistemin entropisi artar ve yenilik kapasitesi düşer. 

Avrupa Bilim Alanı (ERA) ve Yöntemsel Yakınsama 
ERA, bilimsel araştırmada “mükemmellik” ölçütlerini standardize ederek fon dağıtımı yapar. Bu ölçütler genellikle İngilizce dilinde yayınlanan, yüksek etki faktörlü dergilerde çıkan makalelere öncelik verir. Bunun sonucunda, yerel bağlamda kritik olan ama küresel akademik modaya uymayan araştırmalar (örneğin, Karadeniz ekosisteminin özgül dinamikleri veya Töre’ye dayalı sosyal-ekolojik yönetişim) marjinalleşir. 

Biyoçeşitlilik ile Epistemik Çeşitlilik Arasındaki Paraleleler 

Her iki durumda da, homojenleşme kısa vadede verimli görünebilir, ancak uzun vadede kırılganlık yaratır. 

Örfî Bilgi Sistemleri: Alternatif Bir Direnç Modeli 
Türk Töresi, Cermen Thing ve İskandinav lag sistemleri, bilginin merkezi değil, yerel ağlar aracılığıyla dolaştığı, topluluk temelli sistemlerdir. Bu sistemler, ekolojik gözlem, kolektif hafıza ve kuşaklar arası aktarım yoluyla, bilgi üretimini çoğulcu ve adaptif kılar. 

Bilim Politikası için Öneriler 
Gerçekten dayanıklı bir Avrupa Bilim Alanı için: 

  1. Yerel araştırma metodolojilerine fon sağlanmalı, özellikle geleneksel bilgi sistemlerinin modern bilimle hibrit modellerde entegrasyonu teşvik edilmeli. 

  1. Çok dilli bilimsel yayıncılık desteklenmeli, İngilizce dışındaki dillerde yayın yapan araştırmacıların görünürlüğü artırılmalı. 

  1. Değerlendirme kriterleri yalnızca nicel ölçütlere (atıf sayısı, etki faktörü) değil, topluluk etkisine, yerel uyuma ve uzun vadeli faydaya da bakmalı. 

Bu adımlar, bilimsel çeşitliliği yalnızca etik bir zorunluluk değil, aynı zamanda sistemsel bir sigorta poliçesi hâline getirecektir. 

10. “Tüm Avrupalılar Alman mı Olmalı?”: Üniformizm ve Kimlik Silinmesi 

Retorik olarak kışkırtıcı olan “Tüm Avrupalılar Alman mı olmalı?” sorusu, üniformizmin nihai mantıksal sonucunu gözler önüne serer: Avrupa entegrasyonu, tek bir normatif, kültürel ve hukuki profile indirgenirse, bu, kıtanın çoğul tarihinin, kimliklerinin ve geleneklerinin silinmesi anlamına gelir. 

Kimlik ve Normatif Merkezileşme 
Avrupa Birliği'nin normatif gücü, çoğu zaman “Almanlaştırma” suçlamasıyla değil, “Brükselleşme” veya “Avrupalılaştırma” kavramlarıyla tartışılır. Ancak tarihsel olarak bakıldığında, AB’nin hukuki ve idari standartlarının önemli bir kısmı Alman federalizminin, sosyal pazar ekonomisinin ve idari hukuk geleneklerinin etkisini taşır (Patel, 2018). Bu durum, İskandinav sosyal modeli, Akdeniz’in aile merkezli toplumsal yapıları veya Orta Avrupa’nın karma hukuk gelenekleri gibi diğer yapıları gölgede bırakabilir. 

Hukuki Çoğulculuk ve Ontolojik Çeşitlilik 
Hukuki çoğulculuk kuramı (Griffiths, 1986), farklı hukuk sistemlerinin ve normatif düzenlerin, tek bir çatı altında, karşılıklı etkileşim içinde var olabileceğini savunur. Üniformizm ise bu sistemler arasında “en üstün” olanı seçer ve diğerlerini buna uydurur. Bu yaklaşım, ontolojik düzeyde de bir tekillik (monizm) dayatır; farklı toplulukların varlık, bilgi ve değer anlayışlarının uyumlu bir ağ yerine hiyerarşik bir piramit içinde düzenlenmesine yol açar. 

Kültürel Ekoloji Perspektifi 
Kültürel ekoloji (Berkes & Folke, 1998), insan topluluklarını ekosistemlerin bir parçası olarak görür. Bu bakışa göre, kültürel çeşitlilik, tıpkı biyolojik çeşitlilik gibi, sistemin adaptif kapasitesini güçlendirir. Almanlaştırma metaforu, yalnızca hukuki alanı değil, aynı zamanda kültürel, dilsel ve ekonomik alanları da tek tipleştirme riskini ifade eder. 

Siyasi Felsefe Bağlamı 
Isaiah Berlin’in çoğulculuk ilkesi (Berlin, 1998), iyi yaşamın birden fazla meşru yolu olduğunu savunur. Avrupa entegrasyonu, bu çoğulluğu korumak yerine, tek bir “iyi yaşam” modeli inşa ederse, kendi meşruiyet temelini zayıflatır. Üniformist bir Avrupa, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi evrensel ilkeleri, kültürel bağlamından kopararak soyut ve toplumsal meşruiyetten yoksun bir hale getirebilir. 

Sonuç 
“Tüm Avrupalılar Alman mı olmalı?” sorusu, üniformizmin teorik mantığını ve pratik sonuçlarını açığa çıkarır. Avrupa’nın geleceği, kültürel ve hukuki çoğulluğun korunmasına, yerel ve bölgesel geleneklerin evrensel ilkelere entegre edilmesine bağlıdır. Bu, üniformizmin kolaycılığından daha zor bir yoldur; ancak hem sistemsel dayanıklılık hem de demokratik meşruiyet için vazgeçilmezdir. 

Kaynakça 

Berkes, F., & Folke, C. (Eds.). (1998). Linking social and ecological systems: Management practices and social mechanisms for building resilience. Cambridge University Press. 

Berlin, I. (1998). The proper study of mankind: An anthology of essays (H. Hardy & R. Hausheer, Eds.). Farrar, Straus and Giroux. 

Folke, C., Carpenter, S., Walker, B., Scheffer, M., Elmqvist, T., Gunderson, L., & Holling, C. S. (2004). Regime shifts, resilience, and biodiversity in ecosystem management. Annual Review of Ecology, Evolution, and Systematics, 35(1), 557–581. https://doi.org/10.1146/annurev.ecolsys.35.021103.105711 

Griffiths, J. (1986). What is legal pluralism? Journal of Legal Pluralism and Unofficial Law, 18(24), 1–55. https://doi.org/10.1080/07329113.1986.10756387 

Holling, C. S. (1973). Resilience and stability of ecological systems. Annual Review of Ecology and Systematics, 4(1), 1–23. https://doi.org/10.1146/annurev.es.04.110173.000245 

Patel, K. K. (2018). Project Europe: A history. Cambridge University Press. https://doi.org/10.1017/9781108612360 

von Bertalanffy, L. (1968). General system theory: Foundations, development, applications. George Braziller. 



Adem Bilgin



Whatsapp  Destek
Whatsapp Destek