Adem Bilgin
Doğa koruma politikaları, idealist vizyonlar ile ekonomik ve toplumsal gerçekler arasındaki gerilimden beslenir. Bu makale, doğa korumada “gerçekçilik” kavramının ne ölçüde uygulanabildiğini, Türkiye ve küresel örnekler üzerinden tartışmaktadır. Çalışma, literatürdeki ekolojik modernleşme, çevresel gerçekçilik ve koruma biyolojisi yaklaşımlarını değerlendirir; gerçekçi stratejilerin eksikliğinin neden sürdürülebilirlik hedeflerini zora soktuğunu ve Türkiye’deki Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nün (DKMP) diğer kurumlarla yaşadığı çatışmaları ele alır. Çözüm önerileri de sunulmaktadır.
Doğa koruma, yirminci yüzyıldan itibaren hem bilimsel hem politik bir alan olarak gelişmiştir (Soulé, 1985). Ancak idealist hedefler çoğu zaman ekonomik kalkınma politikalarıyla çatışır. Bu nedenle, “doğa korumada gerçekçilik” üzerine tartışmalar, uygulama ve politika üretimi açısından kritik hâle gelmiştir (Adams, 2004).
Gerçekçilik, felsefi olarak dünyayı olduğu gibi kabul etme ve normatif hedefleri pratik sınırlılıklar içinde gerçekleştirme çabasıdır (Williams, 2015). Çevre politikalarında gerçekçilik;
Ekonomik sınırlılıkların farkında olmak,
Toplumsal ihtiyaçları gözetmek,
Bilimsel verilerle hareket etmek
anlamına gelir.
Birçok koruma stratejisi, “vahşi doğa”yı mutlak bir değerde sabitleme eğilimindedir. Oysa ekosistemler insan etkisinden tamamen bağımsız değildir (Marris, 2011). Örneğin; Türkiye’de orman yangınları sonrası yeniden ağaçlandırma projeleri, yalnızca ekolojik hedeflerle değil, aynı zamanda kırsal ekonominin ihtiyaçlarıyla da şekillenmektedir.
“Doğa koruma, ideal ile uygulanabilir olan arasındaki ince çizgide yürümeyi gerektirir.” (Adams, 2004, s. 67)
Türkiye’de doğa koruma faaliyetlerini yöneten temel kurum Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü (DKMP)’dür. Ancak DKMP’nin sahadaki uygulamaları bazen diğer kurumların faaliyetleriyle çatışır:
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı: Hidroelektrik santraller (HES) projeleri ile DKMP’nin koruma hedefleri zaman zaman çelişmektedir. Munzur Vadisi örneğinde DKMP, milli park statüsünü korumaya çalışırken HES projeleri ekonomik kalkınma gerekçesiyle desteklenmiştir.
Orman Genel Müdürlüğü (OGM): Orman vasfını yitirmiş alanların tarıma açılması veya maden faaliyetleri, DKMP’nin biyolojik çeşitlilik koruma hedefleriyle uyuşmamaktadır.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı: Kıyı koruma alanları konusunda planlama yetkilerinin çakışması sebebiyle bazı uygulamalarda karar süreçleri yavaşlamaktadır.
Kuzey Anadolu Dağları Milli Parkı’nda yol projeleri için DKMP ile Karayolları Genel Müdürlüğü arasında uzun müzakereler yapılmıştır.
Kazdağları’nda altın madenciliği projeleri DKMP’nin koruma kararlarıyla karşı karşıya gelmiştir.
DKMP’nin karşılaştığı bu kurumsal çatışmalar, doğa korumada gerçekçi ve bütüncül stratejiler geliştirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Öneriler şunlardır:
Çok Kurumlu Stratejik Planlama: DKMP, OGM, enerji ve maden kurumları arasında bağlayıcı bir stratejik plan oluşturulmalıdır. Ortak veri tabanları ile ekosistem haritaları paylaşılmalı ve karar süreçlerinde şeffaflık sağlanmalıdır.
Bağımsız Etki Değerlendirmeleri: HES, maden ve büyük altyapı projeleri için bağımsız çevresel etki değerlendirmesi komisyonları kurulmalı, DKMP’nin bilimsel görüşü bağlayıcı olmalıdır.
Yerel Katılım Mekanizmaları: Yerel halkın hem DKMP hem de diğer kurumlarla istişare içinde yer aldığı platformlar oluşturulmalı, böylece sahada uygulanabilir ve kabul gören çözümler geliştirilmelidir.
Ortak Finansman Modelleri: Korunan alanlarda sürdürülebilir turizm ve yeşil ekonomi projeleri için DKMP ve diğer kurumlar ortak bütçeler yaratmalıdır.
Kenya’daki koruma alanlarında, topluluk temelli yaklaşımlar idealist hedeflerden ziyade gerçekçi sosyo-ekonomik temellere dayanır (Western & Wright, 1994). Avrupa Birliği’nin Natura 2000 ağı, koruma ve insan faaliyetlerini birlikte planlamayı amaçlamaktadır (Kati et al., 2015).
Doğa korumada gerçekçilik sorunu, yalnızca teorik bir mesele değil, sahada karşılaşılan somut bir engeldir. Türkiye’de DKMP’nin diğer kurumlarla yaşadığı çatışmalar, doğa koruma hedeflerinin uygulanmasında en önemli bariyerlerden biridir. Ancak önerilen kurumsal işbirlikleri ve planlama modelleri ile bu engeller aşılabilir. Böylece Türkiye, hem doğal mirasını koruyabilir hem de kalkınma hedeflerini sürdürülebilir bir çerçevede ilerletebilir.
Ayrıca gerçekçilik, doğa koruma politikalarında yalnızca engelleri görmeyi değil, fırsatları da tanımayı gerektirir. Doğru uygulamalar, yerel halkın kalkınmasına katkı sağlayarak koruma çalışmalarına desteği artırabilir. Uzun vadede; üniversiteler, belediyeler, sivil toplum kuruluşları ve özel sektörün DKMP ile ortak projeler yürütmesi, Türkiye’nin küresel çevre politikalarındaki konumunu güçlendirecektir. Bu da biyolojik çeşitlilik, iklim değişikliğiyle mücadele ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmada daha dayanıklı ve bütüncül bir yol haritası anlamına gelir.
Adams, W. M. (2004). Against extinction: The story of conservation. London: Earthscan.
Kati, V., Devillers, P., Dufrêne, M., Legakis, A., Vokou, D., & Lebrun, P. (2015). Hotspots, complementarity or representativeness? Designing optimal small-scale reserves for biodiversity conservation. Biological Conservation, 120(4), 471–480. https://doi.org/10.1016/j.biocon.2004.03.004
Marris, E. (2011). Rambunctious garden: Saving nature in a post-wild world. New York: Bloomsbury.
Redford, K. H., & Taber, A. (2000). Writing the wrongs: Developing a safe-fail culture in conservation. Conservation Biology, 14(6), 1567–1568. https://doi.org/10.1046/j.1523-1739.2000.99330.x
Soulé, M. E. (1985). What is conservation biology? BioScience, 35(11), 727–734. https://doi.org/10.2307/1310054
Western, D., & Wright, R. M. (1994). Natural connections: Perspectives in community-based conservation. Washington, DC: Island Press.
Williams, B. (2015). Ethics and the limits of philosophy. London: Routledge.
Adem Bilgin