Makale


Diz Üstü Yayıncılık ile Yapay Zekâ Yazarlığı: Duyguların İmtihanı

Bir zamanlar yazarlık, masa başında kâğıt ve kalemle başlayan, matbaanın mürekkebinde tamamlanan bir serüvendi. Şimdi ise bir dizüstü bilgisayar, bir internet bağlantısı ve birkaç tuş darbesiyle dünyanın öbür ucuna ulaşmak mümkün. “Diz üstü yayıncılık” dediğimiz bu yeni dönem, yazara özgürlüğün kapılarını ardına kadar açtı. Fakat bu özgürlük, beraberinde yalnızlığı ve duygusal bir sınavı da getirdi.

Ve şimdi… Bu sahneye bir oyuncu daha çıktı: yapay zekâ.

Yazarın Terinden, Algoritmanın Soğukluğuna

Diz üstü yayıncılık, hâlâ insan yüreğinin teriyle ıslanıyor. Yazar; kahvesi soğurken, dışarıda yağmur vururken ya da kendi yarasına dokunur gibi kelimelere eğiliyor. Yazdıkça yoruluyor, yoruldukça tamamlıyor. Satırlar, sadece cümlelerden değil; yaşanmışlık, pişmanlık, özlem ve umut gibi görünmeyen harflerden örülüyor.

Oysa yapay zekâda durum farklı. Orada ne uykusuz geceler var, ne titreyen eller, ne de “bu cümle beni boğdu” dediğin anlar. Yapay zekâ, milyonlarca metni tarar, istatistikleri harmanlar, doğru kelimeyi doğru yere koyar. Hata yapmaz, yorulmaz. Fakat o kelimelerin ardında, bir insan kalbinin atışı yoktur.

İlhamın Kaynağı: Hayat mı, Veri mi?

Diz üstü yayıncılık, ilhamını hayatın kendisinden alır. Bir vapur yolculuğundan, bir çocuk kahkahasından, eski bir fotoğrafın sararmış kenarından. Yazar, gördüğünü hisseder, hissettiğini yazar. Bu yüzden okur, satır aralarında yazarın nefesini duyar.

Yapay zekâ ise ilhamı veri tabanlarından devşirir. Ona “yağmur kokusunu anlat” dediğinizde, dünyanın dört bir yanındaki binlerce yazarın yağmur tasvirini harmanlar. Ortaya çıkan cümle, kulağa şiir gibi gelir; ama o yağmur, hiç kimsenin saçına düşmemiştir.

Katarsisin Yokluğu

Yazmak, çoğu yazar için bir boşalma, bir terapi, bir arınma biçimidir. Ağlarken yazarsın, yazdıkça ferahlarsın. Kelimeler birikir, sonra ruhundan taşar. Diz üstü yayıncılıkta bu hâl hâlâ geçerlidir.

Yapay zekâ ise yazarken hiçbir şey hissetmez. Çünkü onun yazma eylemi bir “deneyim” değil, bir “hesaplama”dır. Okur, metni okurken duygulanabilir; ancak metni yazan sistem, o duyguyu hiç tatmamıştır. Bu, edebiyatın özündeki insanî boyutu zedeler.

Okurla Bağın Farkı

Diz üstü yayıncılıkta okur, yazarın hikâyesine ortak olur. “Bu satırı yazarken ne hissetmiş olabilir?” diye düşünür. Yazar ile okur arasında görünmez bir köprü kurulur.

Yapay zekâda ise bağ, daha çok metnin içeriği üzerinden kurulur; “yazar” kimliği çoğu zaman anonimdir. Okur, metni beğenebilir ama onu yazan “varlık”la kişisel bir bağ kuramaz. Çünkü karşısında bir insan değil, bir sistem vardır.

Gelecek Nerede?

Bütün bunlar bizi bir soruya getiriyor: Edebiyatın geleceği nerede şekillenecek?

Benim cevabım şu: Gelecek, bu iki dünyanın kesişiminde. Diz üstü yayıncılığın özgür ruhu ile yapay zekânın sınırsız hızı birleştiğinde, ortaya hem insan duygusunu hem teknolojinin gücünü taşıyan yeni bir edebiyat biçimi çıkabilir.

Ama bir şartla: Yapay zekâ, yazarın yerini almak için değil, yazarın elindeki kalemi güçlendirmek için kullanılmalı. Çünkü yazarlık, nihayetinde bir “hissetme sanatı”dır. Hissetmeyen bir el, ne kadar hızlı yazarsa yazsın, edebiyatın kalbine dokunamaz.

Belki de geleceğin edebiyat manifestosunu şimdiden yazmalıyız:

“Teknolojiyi kullan, ruhunu kaybetme.

Hızla yaz, ama yüreğinle tamamla.”



Savaş Erman



Whatsapp  Destek
Whatsapp Destek